Kânuni Sultan Süleyman’ı takip eden hükümdarların deniz sorunlarına aynı duyarlılıkla yaklaşmamaları, Kaptan-ı Deryâlık makamına denizcilikle ilgisi olmayan saraya yakın olan paşaları getirmeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun denizlerdeki hâkimiyetini yavaş yavaş kaybetmesine neden olmuştur. Nitekim bunun ilk olumsuz örneği Ekim 1571’de İnebahtı (Lepanto)’da yaşanmıştır. Donanma idaresine Yeniçeri Ağalığı’ndan atanmış olan Kaptan-ı Deryâ Müezzinzâde Ali Paşa’nın denizcilik bilgisinin olmaması ve Serasker Pertev Paşa’nın dönemin deniz muharebe taktiklerini bilmemesi sebebiyle, İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı’nda Osmanlı Donanması’nın büyük bir kısmı, Kıbrıs Adası’nı almak üzere oluşturulan Haçlı Donanması tarafından yok edilmiştir. Bu savaşta donanmanın sol kanat komutanı ve Cezâyir Beylerbeyi olan Uluç Ali Reis, 40 gemiden oluşan kendi birliğini başarılı taktik manevralarla kurtarmayı başarabilmiştir. XV. yy.’dan itibâren Osmanlı Donanması’nın aldığı bu ilk yenilgi Batı’da büyük şenliklerle kutlanmış; ancak yine de, Osmanlı Donanması Akdeniz’deki etkinliğini kaybetmemiştir.
İnebahtı (Lepanto) Savaşı’nda göstermiş olduğu cesaret ve ferâgatin karşılığı olarak Sultan II. Selim, Uluç Ali Reis’e, “Kılıç Ali Paşa” adını vererek, Osmanlı Donanması’na Kaptan-ı Deryâ olarak atamıştır. Donanmanın yeniden inşası yönünde ilk anda umutsuzluğa kapılan Kılıç Ali Paşa’yı dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa tarihe geçen şu sözleri ile harekete geçirmiştir: “Paşa, sen henüz bu Devlet-i Âliye’yi bilmemişsin. Vallah böyle itikat eyle, bu devlet o devlettir, murad ederse cümle donanmanın lengerlerini (demirlerini) gümüşten, resenlerini (halatlarını) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suubet (güçlük) çekmez.” Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa ve Kılıç Ali Paşa’nın büyük çabaları sonucu kış mevsimi olmasına rağmen, 5 ay gibi kısa bir sürede İstanbul ve Gelibolu Tersâneleri’nde olağanüstü bir gayret gösterilerek en az eskisi kadar güçlü bir donanma yeniden inşa edilmiştir. Ancak, bu kez de savaşta şehit olan denizciler nedeniyle ciddi bir personel sorunu yaşanmıştır. Kılıç Ali Paşa’nın yoğun çabaları neticesinde, 1587 yılındaki vefatına kadar geçen 15 yıllık sürede Akdeniz’deki deniz kontrolü bazı güçlüklere rağmen devam etmiştir.
⦁ yy. Venedikliler’le Girit Adası üzerine yapılan yoğun mücadelelerle geçmiştir. Bu dönemde, Osmanlı devlet adamları politik hedeflere sadece kara kuvvetiyle ulaşmak istemiş, deniz kuvvetlerini kullanma yönünde plânlamalar yapmamışlardır. Kara orduları uzun seferlerle karadan kriz bölgelerine gönderilmiştir. Politik hedeflerin ele geçirilmesinde deniz gücünü ihmal etmek, en azından orduların lojistik yönden ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olmuş ve bu da genellikle toprak kaybı ile sonuçlanan ağır yenilgileri beraberinde getirmiştir, ilk büyük toprak kaybı Karlofça Antlaşması (1699) ile başlamış ve deniz gücü de toprak kayıplarına paralel olarak, giderek önem ve önceliğini kaybetmeye başlamıştır. Kaptan-ı Deryâ Mezamorto Hüseyin Paşa’nın 1695 yılında başlatmış olduğu reform girişimleri ve Venedik Donanması’na karşı Sakız Adası civarında kazandığı Koyun Adaları Zaferi de donanmanın eski gücünü geri getirmeye yetmemiş, denizlerdeki gerilemeyi durduramamıştır.
⦁ yy.’da Osmanlı yönetimi kendi içerisindeki siyâsi ve ekonomik sorunları aşamadığı için Batı’nın ilerleyen teknolojik değerlerine de ulaşamamıştır. Coğrafi keşiflerle okyanuslara açılan Avrupa deniz gücü gemilerini sürekli yenilerken, Osmanlı Donanması’nda bütün gemilerin yelkenli (kalyon) hale getirilmesi, ancak XVII. yy. sonları ile XVIII. yy. başlarında tamamlanabilmiştir. Bu durum Akdeniz ve Karadeniz’deki üstünlüğün de kaybedilmeye başlamasına neden olmuştur. 1768’de başlayan Osmanlı- Rus savaşı Osmanlılar’ın mağlubiyeti ile sonuçlanınca, Ruslar Baltık Filosu ile Akdeniz’e geçerek Osmanlı Filosu ile çatışmağa girmiş, ancak kesin bir sonuç elde edememiştir. Bu deniz muharebesinde Osmanlı Amiralleri ve bilhassa Cezayirli Hasan Bey büyük kahramanlık göstermiş, fakat 6-7 Temmuz 1770 gecesi Çeşme Koyu’nda, sıkışık bir şekilde demirlemiş bulunan Osmanlı Filosu, düşman gemilerinin attığı ateşlerle tamamen yanmıştır. Cezâyirli Hasan Bey, Çeşme Deniz Savaşı’nda ve Limni Adası’nda gösterdiği kahramanlık ve başarı dolayısıyla Kasım 1770 yılında Kaptan-ı Deryâlığa tayin edilmiş Şubat 1774 tarihinde ayrılmış, Temmuz 1774 tarihinde ikinci defa Kaptan-ı Deryâ olmuş ve böylece toplam 19 yıl bu görevde kalmıştır. Hasan Paşa, Çeşme mağlubiyetinin esas nedeninin gemilerin gerektiği gibi inşa edilmemiş ve personelin dönemin bilgilerini yeterince öğrenmemiş olmasından kaynaklandığını, düşmana göre teknik bakımdan çok geri kalındığını, Padişah III. Mustafa’ya izah etmiştir. Çeşme yenilgisi ile birlikte yaşanan olumsuz gelişmeler, Sultan III. Mustafa’yı çağdaş bilgilerle donatılmış deniz subayı yetiştirilmesi konusunda harekete geçirmiş ve bu kapsamda, Baron de Tott isimli Fransız mühendis donanmayı iyileştirme çalışmalarında görevlendirilmiştir. Cezâyirli Gazi Hasan Paşa tarafından 1773 tarihinde, “Tersâne Hendesehânesi” adıyla Kasımpaşa Tersâne’sindeki küçük bir bölümde bugünkü Deniz Harp Okulu’nun temeli atılmıştır. Okul aynı zamanda bugün İstanbul Teknik Üniversitesi’nin de kuruluşu olarak kabul edilmektedir. Bu olay, sadece bir okulun açılması değil, yüzyıllar boyunca Türk Milleti’ne devlet adamları ve nitelikli denizcileri yetiştirecek bir dönemin başlangıcı olmuştur. Okul, 1776 tarihinden itibâren “Mühendishâne-i Bahr-i Humâyûn” adını almıştır.
Cezâyirli Gazi Hasan Paşa döneminde, denizlerdeki gerilemeyi durdurmanın çareleri aranmıştır. Fakat yoğun çabalara rağmen, devletin idâri yapısındaki kargaşa, sürekli iç isyanların çıkması yapılan reform gayretlerini baltalamıştır. Bu karışık dönemde, Sultan III. Selim (1789-1807) yenileşme yönündeki çabaları nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Cezâyirli Gazi Hasan Paşa’dan sonra Kaptan-ı Deryâlı’ğı devralan Küçük Hüseyin Paşa (1792-1803) ve sonra Abdülkadir Paşa’nın (1803-1804) tüm çabalarına ve eğitim alanındaki çalışmalarına rağmen, Avrupa’da Sanayi Devrimi başlaması Osmanlı Devleti ile Batı arasındaki mesâfeyi iyice açmıştır. Avrupa, XVIII. yy sonlarında buhar makineli (stimli) gemileri devreye sokmuş, Osmanlı Donanması, yelkende olduğu gibi yarım asrı aşan bir gecikme ile XIX. yy. ortalarında bu yeniliği takip edebilmiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk buhar makineli gemisi olan Sürat, 1826 yılında İngiltere’den satın alınarak hizmete girmiş; bu gemi halk arasında “Buğu Gemisi” olarak isimlendirilmiştir. Osmanlı Devleti, ilk ahşap tekneli stimli gemiyi (Eser-i Hayr) 1837 yılında, ilk çelik tekneli stimli gemiyi (İzmit) ise 1874 yılında inşa etmiştir. Her iki gemi de yolcu ve yük gemisi olarak hizmet vermiştir.
Sultan II. Mahmut (1808-1839), “Vaka-i Hayriye” adı ile bilinen olay sonucunda 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nı kapatmıştır. Bu dönemde, Kara ve Deniz Kuvvetleri’nin eğitim felsefeleri ile üniformaları değiştirilmiş, aynı zamanda eğitim amaçlı yurt dışına personel gönderilme süreci başlatılmıştır. Bu yenilikler çerçevesinde, 1852 yılında Bahriye İdâdisi (Deniz Lisesi), Heybeliada’da kurulmuştur. Yenileştirme çabalarının sürdüğü bu dönemde de, Osmanlı Donanması büyük felâketlerle karşılaşmaktan kurtulamamıştır. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından 1 yıl sonra, 20 Ekim 1827 tarihinde Yunan İsyânı nedeniyle Mora’nın Navarin Liman’ında bulunan Osmanlı-Mısır Donanması, İngiliz-Fransız-Rus ortak filolarının baskınına uğrayarak, 58 gemi ve 6000 denizcisini kaybetmiştir. Navarin Bozgunu’nda Osmanlı Devleti, yalnız donanmasını değil, aynı zamanda uzun yıllar içinde yetiştirdiği tecrübeli denizci personelinin de hemen hemen tamamını kaybetmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu, 1853-1856 Kırım Savaşı’nda tarihinde ilk defa batı ülkeleri ile işbirliği yapmıştır. Donanmamız, 30 Kasım 1853 tarihinde Sinop’ta Ruslar tarafından ani bir baskınla yakılmış, bu baskın büyük gemi ve personel kayıplarına neden olmuştur. Bu baskın üzerine İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’nun yanında Rusya’ya karşı savaşa girmiştir. Kırım Savaşı’nda, Mahmudiye Kalyonu olmak üzere diğer gemilerimiz Ruslar’a karşı önemli başarılar elde etmişse de, bu sonuç Sinop baskınının ağır maddi ve manevi kayıplarını hafifletememiştir. Kırım Savaşı aynı zamanda, deniz gücünden yoksun bir kuvvetin devleti koruyamayacağının da bir göstergesi olmuştur. Bu savaşta, Osmanlı Donanması, Müttefik Donanması’na ait buhar makineli ve zırhlı gemiler ile birlikte harekât yapmış, bu harekâttan alınan dersler ışığında, donanmanın özellikle stimli ve zırhlı gemiler ile güçlendirilmesi yönünde plânlamalar yapılmıştır. Donanmanın gelişmesine ve modernize edilmesine büyük önem veren ve bu konuda her türlü imkânı seferber eden Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde, dış borç alınarak gerek yabancı ülke tersânelerinde gerekse İstanbul, İzmit, Gemlik ve Mudanya Tersâneleri’nde 25’i zırhlı olmak üzere 100’ü aşkın gemiyi ihtiva eden bir gemi inşa programı uygulamaya konulmuş ve büyük bir deniz gücü oluşturulmuştur. Bu dönemde Türk Donanması nicelik bakımından dünya’nın 3., Akdeniz’in ise 2. büyük donanması olarak gösterilmiştir.
İstanbul Tersânesi’nde 1829’da inşa edilen Mahmudiye Kalyonu.
İngiltere’de 1874’te inşa edilen Mesudiye Zırhlısı.
Kurmay subay yetiştirmek üzere 1864 yılında “Erkân-ı Harbiye-i Bahriye Mektebi” (Deniz Harp Akademisi) Kasımpaşa’da Divanhâne binasında (bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Karargâh Binası) kurulmuştur. Yine bu dönemde, Sultan Abdülaziz denizciliğin devletin geleceği için ne kadar hayati olduğunu değerlendirerek, denizcilikle ilgili bir nezâretin (bakanlığın) kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda Osmanlı Devleti’nin deniz kuvvetine sahip olmasından itibâren en yüksek makam olan, Yıldırım Bayezid döneminde Saruca Paşa ile başlayan “Kaptan-ı Deryâ’lık/Kaptan Paşa’lık” makamı 1867 yılında kaldırılmış, yerine 1922 yılına kadar sürecek olan “Bahriye Nâzırlığı” makamı kurulmuştur.
Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
DENİZCİLİK FAKÜLTESİ
DENİZCİLİK KÜLTÜR VE TARİHİ
DERS NOTLARI