in ,

DENİZ HUKUKU-4(Uluslararası Denizcilik Teşkilatı–IMO)

                   ULUSLARARASI DENİZCİLİK TEŞKİLATI – IMO

 1948’de Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından Genova (İtalya)’ da düzenlenen bir konferans sonunda imzalanan bir konvensiyonla kurulan bu teşkilat, ilk olarak IMCO (Uluslararası Denizcilik Danışma Teşkilatı – International Maritime Consaltative Organization) ismi altında faaliyet göstermekteydi. 1982 yılında IMO olarak anılan teşkilata 21. üye olarak Japonya’nın da katılımı ile 1958 yılında faaliyete geçmiştir. Esas itibari ile bir “ icrai” organ olmayan bu teşkilat bir “Danışmanlık” kuruluşudur. 2008 itibarı ile IMO : “60 years in the service of shipping” teması ile çalışmalar yapılacaktır. IMO’nun amacı şu sloganı ile özetlenmektedir; “Safe, secure and efficient shipping on clean oceans”.

Türkiye, IMCO’nun kuruluş sözleşmesini 1956 yılında kanunla (R.G. 17.7.1956 kanun no 6812) kabul etmiş ve 1958 yılından itibaren IMO’ya katılmıştır.

IMO’nun kuruluş nedenlerini incelediğimizde, denizciliğin uluslararası niteliğinin getirdiği zorunluluklar ilk planda görülmektedir. Devletlerin, “Deniz Güvenliğinin” sağlanması için yeknesak kuralları kabul etmesi ve uygulamasının sağlanması için, deniz seyir güvenliğine yönelik, teknik alt yapı kuralları ve bunlara ilişkin hukuki normların düzenlenmesi gereklidir. Bu ihtiyaçları karşılamak için kurulan ve teknik bir örgüt olan IMCO (sonraları IMO) merkezi İngiltere’de Londra’da bulunan tek Birleşmiş Milletler kuruluşudur. IMO’nun 2009 Temmuz itibari ile 169 üyesi bulunmaktadır, (Son katılan devlet 2009 Temmuz olarak Ugandadır. Ayrıca, üç devlet ise; Hong Kong China,Macao China ve The Faroe Islands Denmark Katılımcı –Associate- devleti olarak üyedirler).

IMO 2010 yılını, dünya üzerindeki 1.5 milyon denizci için (seafarer) “Dünya Denizleri Yılı – Year of the Seafarer” olarak ilan etmiştir.

IMO’nun organlarına bakıldığında; İdare organı Genel Kurul’dur. Genel Kurul (Assembly) her iki yılda bir toplanır (26ncı Genel Kurul toplantısı 23 Kasım-04 Aralık 2009’da yapılacaktır). Bu iki yıllık toplantıların arasındaki dönemde Genel Kurul tarafından seçilen 40 üye ülkeden oluşan Konsey (Council) , IMO’ nun idare organı olarak faaliyet gösterir. Genel Kurul 40 üyenin seçiminde aşağıdaki kıstasları göz önünde bulundurur;

  • 10 üye devlet, uluslar arası denizcilik hizmetlerini sağlamaya, en fazla ilgisi olan ülkelerden, (2008–2009 yılı için; Çin, Yunanistan, İtalya, Japonya, Norveç, Panama, Kore Cumhuriyeti,
    Rus Federasyonu, Birleşik Krallık, Birleşik Amerika seçilidir.),
  • 10 üye diğer devlet, deniz ile yapılan ticaretle ilgisi en fazla olan ülkelerden, (2008–2009 yılı için; Arjantin, Bangledeş, Brezilya, Kanada, Fransa, Almanya, Hindistan, Hollanda, İspanya ve İsveç seçilidir.),
  • 20 üye, A ve B devletleri dışında olan devletlerden, deniz taşımacılığına veya seyrine özel ilgisi olan ve konseye seçimleri ile Dünya’nın ana coğrafyasını temsil edecekleri kesin olanlardan, (2008-2009 yılı için; Avustralya, Bahamas, Belçika, Şili, Güney Kıbrıs, Danimarka, Mısır, Endonezya, Jamaika, Kenya, Malezya, Malta, Meksika, Nijerya, Filipinler, Suudi Arabistan, Singapur, Güney Afrika, Tayland ve Türkiye seçilidir.), seçilirler.

Bir danışma teşkilatı olan IMO asıl olarak çalışmalarında devletlerin uyacağı kuralları koyamaz, sadece kuralları benimser ve bu kuralları kendi ülkeleri için yürürlüğe koymak devletin sorumluluğuna bırakılmıştır. Devlet bu sorumluluğunu yerine getirirken IMO konvansiyonuna bağlı kalmak durumundadır.

IMO, kuruluş sözleşmesinde amacını (md 1/a); “Devletlerarası işbirliği ve uluslararası deniz ticareti ile ilgili olarak ticarete etki eden teknik unsurları kapsayan çalışmalar için bir mekanizma sağlamak, deniz güvenliği, seyir etkinliği ve gemilerden kaynaklanan deniz kirliliğinin önlenmesi ve kontrolünü ilgilendiren konularda en yüksek uygulanabilir standartlar konusunda genel kabulü geliştirmek ve kolaylaştırmak için mekanizmalar sağlamak” olarak belirtmektedir.

IMO teknik bir teşkilat olmakla birlikte kuruluş sözleşmesi madde 2 hükmüne göre kendisine danışılan meseleler hakkında incelemelerde bulunur ve fikrini açıklar. Sözleşme madde 4 hükmüne göre de;

IMO, uluslararası deniz taşımacılığı konusunda belirlenmiş usullerle çözümlenmesini mümkün gördüğü sorunlar hakkında, bu usullerin uygulanmasını tavsiye eder. IMO, denizcilik girişimlerinin sınırlayıcı amaçlarla yaptıkları uygunsuz uygulama ile ilgili sorunların deniz taşımacılığı alanlarındaki belirli usuller ile çözümlenemeyeceğini saptarsa, öncelikle ilgili üye devletlerarasında doğrudan doğruya görüşülmesi koşulu ile ve bu devletlerden birinin talebi ile sorunu inceler.

IMO Çalışma Metotları – Komiteler ve Alt Komiteler

Teknik bir danışma teşkilatı olan IMO çalışmalarını tüm üyelerini katılımına açık olan komiteleri ve bunlar bağlı çalışan alt komiteleri ile yürütür. Teşkilatın ana yapısı yukarıda bahis edilen Genel Kurul ve Konseyin dışında dört ana komiteden oluşur:
Bunlar şunlardır:

1 – Deniz Güvenliği Komitesi ( The Maritime Safety Committe -MSC): Bütün üye devletleri kapsayan en teknik kurul olan MSC ‘nin başlıca görevleri, özetle; Çatışmanın önlenmesi kurallarını saptama, gemilerin inşası ve donatılması, güvenli minimum adam çalıştırma, tehlikeli yüklerin elleçlenmesi, deniz güvenliği prosedürleri ve talepleri, deniz kazalarını inceleme, seyir yardımcıları, kurtarma ve yardım, jurnallerin ve diğer seyir kayıtlarının tutulması, hidrografik bilgiler ve benzeri deniz güvenliğine etki eden her türlü konuyu incelemektir. Ayrıca MSC, SOLAS gibi konvensiyonlarına ve IMO üyesi hatta üye olmayan ülkeleri dahi yapılan değişikliklerin uyarlamalısını yapmalıdır.

2– Deniz Çevresini Koruma Komitesi(The Marine Environment Protection Committee- MEPC): Bütün üyeleri kapsayan MEPC, teşkilatın faaliyet alanına her konuda, gemilerden kaynaklanan deniz kirliliğinin önlenmesi ve kontrolü ile ilgili olarak sorunları düşünmek ile ilgili yetkilendirilmiştir. Özellikle konvensiyonlar ve tüzüklerin (regulations) uygulanmalarını kesinleştirmek için değişiklikler ve uyarlamalar ile ilgilenmektedir

Alt Komiteleri: Deniz Güvenliği Komitesi ve Deniz Çevresini Koruma Komitesi işlerine yardımcı ve tüm üye ülkelerce desteklenen ve açık olan, dokuz (9) alt komite vardır. Bunlar ilgilendikleri konular göre, şunlardır;

  • i.  Dökme Sıvı ve Gazlar (Bulk Liquids
    and Gases- BLG),
  • ii. Tehlikeli Yük, Katı Yük ve
    Konteyner Taşımacılığı (Carriage of
    Dangerous Goods, Solid Cargoes and
    Containers –DSC),
  • iii. Yangın Koruma (Fire Protection – FP),
  • iv. Radyo Haberleşmeleri ve AramaKurtarma ( Radio-communcations and Search and Rescue- COMSAR),
  • v. Seyir Güvenliği (Safety of Navigation- NAV),
  • vi. Gemi Dizayn ve Donanımı ( Ship Design and Equipment- DE),
    vii. Stabilite ve Yükleme Hattı ve Balıkçı Tekneler Güvenliği ( Stability and Load Lines and Fishing Vessels Sefety- SLF),
  • viii. Eğitim ve Vardiya Tutma Standartları (Standards of Training and Watchkeeping- STW),
  • ix. Bayrak Devleti Uygulamaları (Flag State Implementation-FSI).

3– Hukuksal Komite (Legal Comittee): Hukuksal (Yasal) Komite, Teşkilatın çalışma alanındaki her türlü hukuksal konu ile ilgilenmek üzere yetkilendirilmiştir. 1967 yılında, İngiltere kıyılarında, 120,000 mt mazotun denize dökülmesi ile sonuçlanan “Torrey Canyon” faciası sonrasında, ortaya çıkan yasal sorunları çözmeye çalışan heyete yardımcı bir heyet tarafından 1967 yılnda kurulmuştur. IMO’nun çalışma konularına giren tüm hukuki meselelerle ilgilenmesi üzere yetkilendirilmiştir. Hukuki Komite aynı zamanda IMO’nun çalışma kapsamı içinde olan görevlendirildiği ve ilgili örgütçe kabul edilmiş diğer uluslararası kurumlarla çalışacaktır. Tüm IMO üylerinden oluşur.

4– Teknik İşbirliği Komitesi ( Technical Co-operation Committe): 1969 yılında teşkilata yardımcı bir heyet olarak çalışmaya başlayan Teknik İşbirliği Komitesi, 1984 yılında kurumsallaştırılmıştır. Tüm üyelerin katıldığı bu komite, teşkilatın faaliyet alanındaki her türlü teknik işbirliği projelerinin yürütülmesini sağlamaktadır.

Ayrıca 1972 yılında kurulana kurulan yardımcı bir komite de, Kolaylaştırma Komitesi ( Facilitation Commitee) dir. Bu komite teşkilatın çalışmalarında bürokratik engelleri ve uluslar arası denizcilik alanında, zorlaştırıcı ve faydalı kabul edilmeyen kuralları (red tape) ortadan kaldırmak için uğraşmaktadır. IMO’nun sekretaryası yaklaşık 300 personeli ile Londra’da bulunmaktadır.

IMO ‘nun Kural – Konvensiyon Düzenleme Metodu

IMO’nun, bir Konvensiyon ile ilgili ilk çalışmaları, bir alt komite ya da komite bünyesinde yapılmaktadır. Sonuç Genel kurula veya Konseye sunulmaktadır. Daha sonra ortaya çıkan taslak, Birleşmiş Milletler sistemi içerisinde yer alan ve IMO üyesi olmayan ülkeler de dâhil olmak üzere bütün ülkelerden delegasyonların davet edildiği Uluslararası bir konferansa görüşe sunulmaktadır. Tüm katılanların eşit şartlarda bulunulduğu bu konferans, taslağa son şeklini verir ve bu şekilde Konvensiyon haline gelen metin, devletlerin imzasına açılır, (genellikle 12 ay süre için, daha uzun süre kararlaştırılabilir).

Kabul edilen bir konversiyonun yürürlüğe girmesi için belli koşulların yerine gelmesi gerekir, bunların arasında en önemlisi konversiyonun belli sayıda ülke tarafından imzalanmasıdır. Bir sözleşmeyi imzalayan devlet, onu uygulamak ve kendi iç hukukuna geçirmek zorundadır. Genel Kurul tarafından kabul edilen Kod ve Kararların hükümetler üzerinde bağlayıcılığı yoktur, bununla birlikte bu Karar ve Kodlar da içerikleri açısından büyük önem taşıyabilirler, pek çok durumda da bunlar ülkeler tarafından kendi iç hukuklarına geçirmek suretiyle uygulama alanı kazanırlar.

IMO 1972 yılına kadar konvensiyonların yürürlüğe girmesinde sorunlar yaşamıştır. IMO’nun varlığını bile etkileyebilecek olan bu güçlükler 1972 yılında uygulamaya sokulan “ Zımni Kabul – Sessiz Kalarak Kabul- Tacit Acceptance” metodu ile aşılmıştır. Buna göre; belli bir süre sessiz kalınması ile (1/3 devletçe ret edilmemesi) ilgili düzenleme kabul edilmiş sayılacaktır.

IMO’nun Kod ve Tavsiye Kararları

Sözleşmeler ve uluslararası anlaşmalara ek olarak, IMO, çok geniş bir yelpazede çeşitli konularla ilgili yüzlerce tavsiye kararı almıştır.

Bunlardan bazılarını sözleşmeler ve anlaşmalarda yeterince yer almayan Kodlar, ana hatlar, önemli konularda tavsiye niteliğindeki çalışmalar oluşturmaktadır. Tavsiye kararları Kod formunda olsalar bile, Devletler üstünde bağlayıcı değillerdir, ancak, bunlar ulusal düzenlemeler ve gerekliliklerin şekillendirilmesinde yol gösterici olma özelliği taşırlar. Birçok ülke, bu kararları kendi iç hukukuna geçirmek suretiyle uygulamaktadır. Bu tavsiye kararları genellikle Sözleşmelerin ve bazı durumlarda da temel kodların ve ana hatların uygulanmasında yardımcı olmak ve destek olmak amacını taşırlar.

Bazı gerekli durumlarda, IMO Kararları, uygulamalardan elde edilen deneyimler ışığında belli bir konuda yol gösterici olması amacıyla alınabilir. Diğer hallerde tavsiye kararları belli kurallarla ilgili ortaya çıkan soru işaretlerini ortadan kaldırmak amacını taşırlar ve böylelikle bu kuralların bütün ülkelerde aynı şekilde anlaşılmasını ve uygulanmasını sağlarlar.

Doğu Akdeniz Kıta sahanlığı Sorunu

—-Doğu Akdeniz Sorunu

Güney Kıbrıs Rum Kesiminin (GKRK), Mısır ve Lübnan ile Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgeleri belirleyen anlaşmalar imzalamasıyla, Kıbrıs çevresinde bir petrol arama krizi olarak algılandırılan bir sorun Türkiye’mizi önümüzdeki kısabdönemde gündeminde olacaktır. En son 13 Aralık 2007 tarihinde (Türk Dışişleri bakanının yaptığı resmi Yunanistan gezisinin öncesinde) Yunanistan ile Mısır, 33 yıldır dokunmadıkları bir konu olan, Doğu Akdeniz kıta sahanlığı üzerinde bir anlaşmaya vardıklarını duyurdular. Bu anlaşmaya göre, Antalya’nın Kaş İlçesinin hemen güneyinde yer alan MEİS adasından itibaren yapılan ölçümlere göre (Meis’in Türk kıyılarımıza uzaklığı sadece 1300 metre, 0.7 mile) imzalanan bu anlaşma Türkiye’yi, sadece Mersin ve Antalya Körfezleri ile sınırlı bir sahaya daraltan ve Yunanistan- GKRKnin Münhasır Ekonomik Bölge ilanlarının önünü açacak girişimler olarak kayıtlara geçti. Ayrıca Kasım 2007 içinde basında yer alan ifadelere göre, ABD uzun yıllardır ülkesinin sistemine uygun olarak kabul etmediği UNCLOS-III, uluslararası sözleşmeyi imzalama yönünde çalışmalar yaptığı izlenmektedir. Türkiye’nin de katılmadığı ve en başından beri karasularının 12 mile çıkarılması maddesine ısrarlı ve ciddi bir şekilde çekince koyduğu bu sözleşmenin ABD’ce imzalanması da, bugünkü yapıda çalışmalarımızı güçleştirebilir.

—-Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge

Coğrafi tanımlamada, kıta sahanlığı kavramı; kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında süren doğal uzantısı olarak tanımlanır. Coğrafi olarak deniz dibi kıyıdan belli bir derinliğe kadar (133 metre) yavaş yavaş derinleşir. İşte, kıyı ile yamacın başladığı kenar arasında ana karanın bir devamı kabul edilen su altındaki kara kütlesine, kıta sahanlığı denilir. Kıta sahanlığının genişliğinin tespitinde kıta uzantısı 200 milden geniş ve 200 milden dar olan devletlerarasında denge sağlanmasını öngören bir çözüm ile kıta sahanlığının 200 milden dar olduğu kıyılarda 200 mil, 200 milden geniş olduğu kıyılarda ise, aşsa bile, 350 mil veya 2500 metreden itibaren azami 100 mildir.

Hukuki tanımına baktığımızda, kıta sahanlığı; kıyı devletinin, karasularının ötesinde fakat kıyıya bitişik sualtı alanlarının ve deniz yatağı ve toprak altındaki cansız kaynaklarını araştırma ve işletme konusunda münhasır egemen haklara sahip olduğu bir deniz alanıdır.

Münhasır Ekonomik Bölge (MEB); bir kıyı devletinin karasuları başlangıç çizgisinden başlamak üzere, 200 mile kadar uzayan ve karasuları dışında kalan su tabakası ile deniz yatağı ve onun toprak altındaki kesimlerde, kıyı devletine özel ekonomik haklar ve yetkiler tanıyan bir deniz alanıdır.

Uluslararası deniz hukukunun bu iki kavramı arasında coğrafi ve hukuksal farklılıklar vardır. Ortak amaç olarak iki kavram da, açık deniz rejiminin bir istisnası olup, kıyı devletine karasuları dışında kullanabileceği özel (münhasır) yetkiler vermektedir. Kıta sahanlığı alanı coğrafi ve jeolojik bir yapı olan kara ülkesinin deniz üzerindeki doğal uzantısına göre bu MEB’de görülmez. MEB kıyıdan belirli bir uzaklıkta bulunan bir alandır. En önemli bir kapsam farkı Kıta sahanlığı sadece sabit türden canlı organizmalar kapsama alınmışken, MEB’de canlı ve cansız doğal kaynakların tümü kapsama alınmıştır.

Türkiye, 1986’da Sovyetler Birliği ve 1994’de Bulgaristan ile anlaşmalar yaparak Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan etmiştir. Burada hakkaniyete uygun bir ilan vardır. Ancak Akdeniz’de böyle bir ilan yapılması yoluna gidilmemiş ve 2003 yılına kadar da diğer Doğu Akdeniz ülkeleri olan, Suriye, Lübnan ve Mısır’ın bir teşebbüsü olmamıştır.

Doğu Akdeniz’de 2003 Yılından Sonraki Gelişmeler

2003 Şubat’ında GKRK ve Mısır arasında Akdeniz’de petrol yataklarının aranması ve paylaşımı konusunda bir anlaşma imzalanması ile Akdeniz’de gittikçe gelişen ve önem arz eden sorun canlandırılmıştır. Türkiye’nin tepkisi ile anlaşmayı 3 yıllığına dondurduğunu açıklayan Mısır, 15 Şubat 2007’de Lefkoşe’de bu anlaşmaya uluslararası hukuk ve komşulara saygı çerçevesinde bağlı kalacağını ilan etmiştir. Bu sırada Norveçli bir arama şirketinin Kıbrıs adası açıklarında 400 milyar dolar değerinde Hidrokarbon yataklarının bulunduğunu açıklaması da önemlidir.

17 Ocak 2007’de GKRK ve Lübnan arasında imzalanan MEB anlaşmasının tarafı Lübnan, Lefkoşe’deki bu toplantıya katılmamış ve henüz Lübnan iç hukukunda bu anlaşmayı onaylamamıştır.

İsrail ve Suriye ise, GKRK’nin anlaşma imzalama çağrılarına bilinen olumlu bir cevap vermemiştir.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) bu gelişmelere tepki göstererek, Kıbrıs’ın tek başına GKRK tarafından temsilinin söz konusu olmadığı, ihtilaflı olan bir bölgede MEB belirleyen anlaşmalar imzalanmasının ancak, o bölgedeki kıyıdaş devletin tümünün katılımı ile bir sonuca bağlanabileceğini, haklı olarak ileri sürmüştür.

16 Şubat 2007’de GKRK kabul ettiği bir kanunu ile Akdeniz’de kendi belirlediği 13 petrol bölgesinde petrol arama lisansı için ihale başlatmıştır. ABD ve İngiltere bu aşamada “GKRKnin kendi ekonomik bölgesinde petrol aramak için ihale açmaya hakkı olan egemen bir devlet olarak” ifade etmesi sonrası enerji alanında faaliyet gösteren büyük şirketleri ihaleye oldukça fazla avantajlar vererek davet eden, 16.08.2007’de sonuçlanan ihalede, GKRK istediği katılımı bulamamıştır, (Noble Energy adlı Amerikan şirketi ve Norveç, İngiltere, Birleşik Arap Emirlikleri ile oluşturulan bir konsorsiyum başvurmuştur.) Rum kesimi şirketlerin başvurularının değerlendirmesini Şubat 2008 Başkanlık seçimleri sonrasına bırakmıştır. Bu müdahaleci ve hakkaniyet gözetmeyen girişmelere karşı, Türkiye Doğu Akdeniz’de 4 alanda sismik araştırma yapması için Türk Petrolleri Anonim Ortaklığına yetki vermiştir.

Yunan ve GKRK ile önümüzdeki günlerde çeşitli tartışmalı gelişmelere sebep olacağı varsayılmaktadır. 2009 yılında Rum kesimi konuyu tekrar gündeme taşıyacaktır.

—-Türkiye’nin Yapması Gerekenler

Rum Kesimi, sınırlandırma yapılan alanlarda, Türkiye’nin muhtemel haklarının bulunmadığını savunsa da bunun tam olarak gerçeği yansıtmadığını belirtmek gerekir. Uluslararası hukukun deniz alanları sınırlandırma prensipleri temelinde değerlendirildiğinde, Türkiye’nin kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge haklarının özellikle Kıbrıs Adası’nın batı kesiminde muhtemel haklara tecavüz edildiği rahatlıkla iddia edilebilir. Rum Kesimi’nin Mısır ile yaptığı antlaşmanın ilgili olduğu bölge için bu durum açıkça görülebilir.

Hukuk kurallarının sonuç doğurmak için konduğu prensibinin bir gereği olarak, hakkaniyet kavramının soyut içreğinin hukuksal açıdan daha somut bir hale getirilmesi, sonuç doğurması açısından elzemdir.

Hakkaniyetin deniz alanlarının sınırlandırılması çerçevesinde ne ifade ettiği hem devletlerarası uygulama hem de ilgili uluslararası yargı ya da hakemlik kararlarında şu şekilde geliştirilmiştir.

  1. Genel Sınırlandırma Prensipleri: Hakkaniyet Prensipleri ve Hakça Çözüm şeklinde sınıflandırma: Deniz alanlarının sınırlandırılmasında hakkaniyet prensiplerinin uygulanmasına ilişkin bu genel kuralın, somut durumlara uygulanamayacak kadar soyut bir nitelik gösterdiği çeşitli uygulamalardan çıkan önemli bir sonuçtur. Bu genel sınırlandırma prensibinin somut olaylara uygulanabilmesi, “hakkaniyet prensipleri” ile “hakça çözüm” kavramlarının ne ifade ettiğinin ve “ilgili şartların neler olduğunun açıklığa kavuşturulmasına bağlı gözükmektedir.
  2. İlgili yargı ve hakemlik kararlarından ortaya çıkmaktadır ki, herhangi bir sınırlandırma işleminde, aralarından duruma uygun olan prensiplerin seçilebileceği bir hakkaniyet prensipleri listesi mevcuttur. Yargı kararlarında ön plana çıkarılan prensip “Coğrafyanın Üstünlüğü” prensibidir. Bu prensibi şu şekilde özetlemek gerekir:
  • a- Sınırlandırma sürecinde öncelikle uluslararası mahkemeler, sınırlandırma işlemine başlarken iki anakara ülke arasında, anakara ülkelerinin coğrafi özelliklerini yansıtan bir“Sınırlandırma Çizgisi” belirlemektedirler. Şayet iki ülke kıyı şekilleri birbirlerine benzer ve kıyı uzunlukları yaklaşık ise, sınırlandırma çizgisi başlangıç olarak “Eşit Uzaklık Çizgisi” olmaktadır. Kıyı şekillerindeki önemli farklılıklar veya kıyı uzunlukları arasındaki fark ise, sınırın eşit uzaklık dışında bir sınır olmasını gerektiren unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
  • b- Sınırlandırmanın ikinci aşamasında ise mahkemeler, belirlenen bu sınırın diğer “İlgili Coğrafi Unsurlar” dikkate alındığında da hakça sayılıp sayılmayacağını değerlendirmektedirler. Bu diğer coğrafi unsurların başında adalar gelmektedir ve adalara verilecek etkinin ne olması gerektiği bu aşamada değerlendirilmektedir. Adalara ne kadar etki verileceğini de özellikle anakaralar arasındaki coğrafi denge ve büyüklük, konum ve nüfus gibi adaların ilgili bölgenin niteliğine ayrıca bakmak lazımdır. Başka ülkenin kıyısına yakın adaların, sınırlandırma çizgisini bozma etkisinin fazla olması nedeniyle öncelikle adaların etkisi; coğrafi denge, büyüklük, konum ve nüfus gibi özellikler dikkate alınmalıdır. Çok küçük yakın adaların etkisi göz ardı edilmelidir.

 

Yargı ve hakemlik kararlarında ilgili faktörlerin birbirlerine göre etkilerine ilişkin de bazı prensipler ortaya konmuştur. Bu prensiplerden birincisi “Oransallık prensibi” dir. Buna göre, iki devletin kıyı uzunlukları arasındaki oran ile sınırlandırma sonucunda bu ülkelere verilen kıta sahanlıkları ve/veya münhasır ekonomik bölge alanları arasındaki oranın birbirlerine yakın olması gerekir. Bir başka ifade ile oransallık, yukarıdaki çerçeve ile sonuçlanan sınırlandırmanın hakkaniyete uygunluğunu test eden bir nihai kontrol prensibi işlevi görmektedir.

Bu prensip doğrultusunda, herhangi bir faktör, kıyı uzunlukları arasındaki oranın sınırlandırmaya yansımasını önemli ölçüde değiştirecek bir etkiye sahip ise sınırlandırmada hakkaniyeti sağlayan bir metot olarak değerlendirilemeyecektir.

Benzeri nitelikteki ikinci prensip ise; “Kapatmama” prensibidir. Özellikle kıta sahanlığı genişliğinin tespitinde mesafe unsurunun kabul edilmesiyle birlikte, sınırlandırma çizgisinin, her ülkeye, kıyılarına yakın alanları bırakmasını, yani kıyılarının önünü kapatmamasını sağlaması gerektiği kabul edilmiştir. Yani bir ülkenin yakınındaki deniz alanını bir başka ülkeye vermekle sonuçlanan bir sınırlandırma metodunun hakkaniyete aykırı olduğu vurgulanmıştır. Fakat yine de belirtmek gerekir ki, hem oransallık hem de kapatmama prensipleri mutlak bir biçimde uygulanmamaktadır. Zira sınırlandırma çizgisi, sadece anakara kıyı uzunluklarını tam olarak yansıtan bir çizgi olsaydı, diğer ilgili faktörlere bir rol tanınmamış olacak ve hakkaniyet sağlanamamış olacaktı. Öte yandan, bir anakaranın deniz çıkışını ne pahasına olursa olsun kapatmamaya çalışmak, belki de bölgenin daha önemli bir faktörüne hakkaniyet açısından gereken değerin verilmemesine yol açabilecektir.

Sorun, Petrol yataklarını kimin değerlendireceğinden çok, Kıbrıs’ın tamamında kimin egemen olacağı yönünde gelişmesi beklenmektedir. Öncelikle 400 milyar değerinde yatakların bulunduğu kesin bir veri değildir. Hatta petrolün varlığı halinde bile derinden çıkarılmasının maliyetinin ne olacağı öngörülmemiştir. Bu yüzden Türkiye’nin bölgesel ve küresel süreçlere uyumlu olmayan bir ülke görünümüne düşürülmesinin önüne geçilmelidir. Aynı yöntemle bölge ülkeleri ile ve/fakat hakkaniyete ve hakça çözüme dayanan anlaşmalar yapmanın yolları düşünülmelidir.

 

 

 

 

 

 

 

Yazar Gabya - Özlem Çakmak

Ondokuzmayıs üniversitesi- deniz ve liman işletmeciliği

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

DENİZ HUKUKU-3(Deniz Hukuku İle İlgili Türk Mevzuatı)

DGS/ DARGEB DGS KILAVUZU