in ,

Denizcilik tarihi ve kültürü (Osmanlı denizcilik tarihi)

Osmanlı İmparatorluğu’nun deniz tarihi 3 ana döneme ayrılabilir:

Deryâ Beyleri Dönemi (1324-1390),

Kaptan-ı Deryâ/Kaptan Paşalar Dönemi (1390-1867),

Bahriye Nâzırlığı Dönemi (1867-1922)

Deryâ Beyleri Dönemi (1324-1390): Karamürsel’in 1323 yılında fethi ile Marmara Denizi’ne ulaşan Osmanlı Beyliği, 1324 yılında batı komşusu Karesi Beyliği’nden yardım amacıyla Mürsel Bey komutasında gönderilen 24 gemiden oluşan kuvvet sayesinde denizlerle tanışmış ve güçlü bir deniz hâkimiyetine gidecek uzun yoldaki ilk kararlı adımlarını atmıştır. Denizcilik bilgisi, kahramanlığı ve denizlerdeki

çatışmalarda göstermiş olduğu üstün başarılar nedeni ile Osmanlı Beyliği içerisinde haklı bir yere sahip olan; kendisine, cesaret ve atılganlığı nedeniyle, Kara ünvanı verilen Mürsel Bey Osmanlı Devleti’nin ilk deryâ beyidir. Osmanlı Beyliği, Doğu Marmara’da kesin bir hâkimiyet sağlayınca, deniz gücünün kurumsallaşması için çalışmalar başlatılmıştır. Karamürsel’de 1327 yılında ilk Osmanlı Tersânesi kurulmuş; burada ilk Osmanlı savaş gemisi inşa edilmiştir. Donanma hiyerarşik bir sistemle teşkilâtlandırılarak Donanma Komutanı’na “Deryâ Beyi” ünvanı verilmiştir. Kara Mürsel Bey’in vasiyeti Türk Denizciliği’nin temellerinin ne kadar sağlam atıldığını göstermektedir: “Ölünce beni öyle bir yere gömün ki; sırtım dağlara dayansın, kucağıma denizi verin, daima donanmayı göreyim.” Kara Mürsel Bey’in mezarı Kocaeli iline ait kendi adıyla adlandırılan Karamürsel ilçesinde yer almaktadır.

Kaptan-ı Deryâ/Kaptan Paşalar Dönemi (1390-1867): Karamürsel’in fethinden sonra 1334 yılında Gemlik, 1337 yılında ise İzmit alınmış; böylelikle 1353 yılında Osmanlılar’ın Rumeli’ye geçişinde büyük kolaylık sağlanmıştır. Karamürsel’den sonra Türk Denizciliği’nin merkezi önce İzmit, daha sonra Gelibolu ve en sonunda İstanbul olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük bir alana yayılması, Avrupa ile doğrudan coğrafi ilişki, Osmanlıların Avrupa’daki gelişmeleri izlemesine olanak sağlıyordu. Diğer taraftan diplomatlar, seyyâhlar, tüccarlar, denizciler, göçmenler, Avrupa’daki dini baskıdan kaçan Musevî ve Hıristiyanlar ile de bu ilişki pekiştiriliyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun modern bir devlet anlayışı ile denizlere yönelik teşkilâtlanması Sultan Yıldırım Bayezid döneminde (1389-1403) başlamıştır. Yapımına 1390 yılında başlanan Gelibolu Deniz Üssü’nün 1401 yılında tamamlanması ile birlikte “Kaptan-ı Deryâ/Kaptan Paşa” terimi de Osmanlı Donanması’nda ve devlet hiyerarşisinde vezir seviyesinde doğal bir üye olarak yerini almıştır. Kaptan-ı Deryâ’lık (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı) makamı ilk kez bu dönemde kurulmuş ve Saruca Paşa tarihimizin ilk Kaptan-ı Deryâsı olmuştur. Bu dönemde deniz üssü Gelibolu, Çanakkale Boğazı ve Marmara’yı korumada önemli rol üstlenmiş; aynı zamanda Osmanlı Ordusu’nun Rumeli Seferleri’nde ileri üs görevi yapmıştır. Birçok ünlü Türk Amirali gibi, iki büyük deniz haritacısı Pîrî Reis ve Ali Macar Reis de Gelibolu’da yetişmiştir. Gelibolu Tersânesi’nde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethine kadar 150 parça gemi inşa edilmiştir.

Yıldırım Bayezid’in 1402 yılında Orta Asya’dan gelen Timur’un ordularına Ankara Ovası’nda yenilmesi, Türk Denizciliği’ni olumsuz yönde etkilemiştir. Durağan bir dönem geçiren Osmanlı Donanması, İstanbul’un Fethi’nden sonra atağa kalkmış ve tarihinin en parlak dönemini yaşamıştır. Saadet Yüzyılı veya Zaferler Yüzyılı olarak adlandırılan bu döneme (1453-1571) Türk Denizciliği, hem askerî denizcilik ve ticaret filoları, hem de coğrafya bilimleri açısından damgasını vurmuştur. Aslında, İstanbul’un Fethi için gemilerin 1453 yılı ilkbaharında karadan geçirilerek denizlere indirilmesi, Osmanlı Devleti’nin stratejik açıdan deniz gücüne verdiği önemin bir göstergesi ve belki de Saadet Yüzyılı’nın ilk habercisi olmuştur.

İstanbul’un fethinden sonra Bizans’ın mirasına sahip olan Osmanlılar, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde (1451-1481) Karadeniz ve Ege’den sonra Akdeniz’e yönelmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in 1455 yılında Kasımpaşa’da kurmuş olduğu İstanbul Tersânesi (Tersâne-i Âmire), uzun yıllar dünyanın en büyük tersânelerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Bu konuda Kâtip Çelebi’nin Cihannûma adlı eserinde yapmış olduğu değerlendirme, deniz stratejisi açısından tarihi belge niteliği taşımakta ve dönemin devlet adamlarının ileri görüşünü ve jeopolitik dehâsını ortaya koymaktadır: “Gizli değildir ki bu Osmanlı Devleti’nin en büyük dayanağı olup şanına iş güç edinip, önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. Zira bahtı gelişen devletin revnak ve ünvanı iki denize ve iki karaya (Burada kasıt Akdeniz ve Karadeniz ile Anadolu ve Rumeli(Avrupa ve Asya)’dir.) hükmetmektedir. Bundan başka, Osmanlı Ülkesi’nin çoğu, adalar ve kıyılar olduğundan, hele saltanatın yöresi, yani İstanbul’un velinimetinin iki deniz olduğundan şüphe yoktur.”

Sultan II. Bayezid döneminde (1481-1512), Burak ve Kemal Reisler denizleri kullanmada gösterdikleri maharet ve deniz muharebelerindeki kahramanlıkları ile büyük saygınlık kazanmışlardır. Venedik gemileri tarzında 1495 yılında inşa edilen “GÖKE” adı verilen iki büyük gemi bu dönemin eseridir.

Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520) Mısır’ın fethedilmesi ile Kızıldeniz ve Hint Okyanusu da Türk Denizciliği’nin ilgi alanına girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’nde Türk Donanması çok büyük lojistik destek sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika’da bir güç merkezi haline gelmesi, Akdeniz’de bağımsız olarak faaliyet gösteren Türk ve Müslüman denizcileri Osmanlı Devleti ile kaynaştırmıştır. Yavuz Sultan Selim, güçlü bir deniz gücü olmadan Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’da tutunamayacağını bilerek, veziri olan Pîrî Mehmet Paşa’ya şu direktifi vermiştir: “Hristiyan ülkeler denizi gemilerle örtüyorsa, benim sularımda Papa’nın, Fransa, İspanya Kralları’nın sancakları dalgalanıyorsa,

bunun sebebi, senin tembelliğin, benim de hoşgörümdür. Artık çok güçlü bir donanmaya sahip olma zamanı gelmiştir, büyük bir donanma istiyorum.” Bu tarihi direktif, Türk Denizciliği’nin alt yapısının gelişmesinde ve döneme uygun güçlü bir deniz gücü oluşturulmasında kilit rol oynamıştır. Önce İstanbul’daki tersânelerin kapasiteleri artırılmış, denizcilerin eğitimi daha bilimsel esaslara dayandırılmış, daha sonra Kuzey Afrika’daki Türk denizcilerini Osmanlı İmparatorluğu bünyesine katmanın yolları aranmıştır. Yavuz Sultan Selim’in, Barbaros Hayreddin Paşa’nın temsilcisi Aydın Reis ile İstanbul’da yaptığı görüşme sonrasında Türk denizcileri hızlı bir bütünleşme sürecine girmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Aydın Reis ile Barbaros Hayreddin Paşa’ya hediye olarak gönderdiği ayetler yazılı sırma yeşil sancak ve flandra, sürekli olarak donanmanın sancak gemisinde Osmanlı Devleti’nin gücünün ve denizciliğinin sembolü olarak dalgalanmıştır.

Barbaros Hayreddin Paşa’ya ve Osmanlı Donanması’na ait sancaklar.

Bu dönemde Türk Denizciliği’ne ve bilimine katkılar en üst seviyeye ulaşmıştır. Türk medeniyetinin büyük bilim adamlarından biri olan Muhiddin Pîrî Reis, 1513 ve 1528 yıllarında 2 ayrı dünya haritası yapmıştır. Pîrî Reis’in bilime diğer bir hediyesi de 1521 ve 1525 yıllarında iki kez yayınladığı Kitâb-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) adlı kitabıdır. 1577-1580 yılları arasında İstanbul’da rasathâne kurduran ve Takiyüddin Efendi ise astonomi ve coğrafya çalışmalarında bulunmuş ve çeşitli coğrafi ölçme aletleri yapmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in ölümünden sonra Kânuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) de sultanlık makamı Osmanlı Donanması’na büyük önem vermiş, Türk Denizciliği’ne altın çağını yaşatmıştır. Bu dönemde Barbaros Hayreddin Paşa (Hızır Hayreddin Reis, Barbaros ismini daha çok yabancılar kullanmış, ancak bu isim daha fazla bilinmektedir.), kardeşleri Oruç ve İlyas Reisler, Selman Reis, Murat Reis, Seydi Ali Reis gibi birçok ünlü Türk denizcisi Akdeniz’de adeta rakipsiz kalmışlardır. Kânuni Sultan Süleyman, 1533 yılında Barbaros Hayreddin Paşayı İstanbul’a davet ederek Kaptan-ı Deryâ ilan etmiştir. Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul tersânelerinde yeni gemiler inşa ettirerek, donanmayı daha da güçlendirmiş ve deniz kuvvetini Osmanlı Devleti’nin denizlerdeki uzantısı ve dış politikasının vazgeçilmez bir unsuru haline getirmiştir. Barbaros Hayreddin Paşa, üstün denizcilik bilincinin yanı sıra emsalsiz bir taktisyen olduğunu 27 Eylül 1538 tarihinde Haçlı Donanmasına karşı yaptığı Preveze Deniz Savaşı’nda göstermiştir. Osmanlı Donanması, kendisinden üstün düşman kuvvetleri Andrea Doria komutasındaki Haçlı Donanması’nın en zayıf kesimine, en iyi yer ve zamanda ustalıkla manevralar yaparak taarruz etmiştir. Bu zafer, Akdeniz’deki Türk hâkimiyetini tam anlamıyla pekiştirmiştir. Preveze Deniz Zaferi, büyük bir şeref ve gurur kaynağı olarak zaferin kazanıldığı 27 Eylül gününde her yıl Türk Deniz Kuvvetleri Günü olarak coşku ve heyecanla kutlanmaktadır.

Kânuni Sultan Süleyman’ın Barbaros Hayrettin Paşa’yı kabulü.

Diğer taraftan, Hadım Süleyman Paşa 72 parçadan oluşan donanma ile 1538 yılında Umman Denizi’ne açılarak Aden’i ele geçirmiş; daha sonra Hindistan’a ulaşarak burada Portekizliler’le çarpışmıştır. Osmanlı Donanması’nda, doğudaki deniz ticaret yollarının kontrolü amacıyla Selman Reis, Pîrî Reis, Murat Reis ve Seydi Ali Reis gibi ünlü denizcilere, “Süveyş Kaptanı” ünvanı verilmiş ve bu amiraller, Umman Denizi ve Hint Okyanusu’nda uzun yıllar Portekiz Donanması ve diğer ülkelere karşı mücadele vermişlerdir.

Barbaros Hayreddin Paşa’nın 1546 yılında ölümünden sonra Kaptan-ı Deryâ’lık Turgut Reis’e, daha sonra ise Piyâle Paşa’ya geçmiştir. Kaptan-ı Deryâ Piyâle Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, 14 Mayıs 1560 günü yapılan “Cerbe Deniz Muharebesi” sonucunda Haçlı Donanması karşısında kesin bir zafer kazanmıştır ve Akdeniz’de Türkleri adeta rakipsiz bırakmıştır.

Türk Denizciliği, “Saadet Yüzyılı” adını verdiğimiz bu dönemde Salih Reis, Aydın Reis, Murat Reis, Selman Reis, Pîrî Reis, Seydi Ali Reis, Hasan Reis, Piyâle Paşa, Kılıç Ali Paşa, Barbaros Hayreddin Paşa gibi ünlü denizcileriyle başarıdan başarıya koşmuş, bu yüzyılda Türk savaş gemileri Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’nda faaliyet göstermiş, denizlerde üstünlüğünü rakiplerine kabul ettirmiş; imparatorluğun dış politikasının ideal bir uygulama aracı olarak, denizlerde güç göstererek veya güç kullanarak siyâsi hedeflerin ele geçirilmesinde önemli rol oynamıştır.

Türk Denizciliği, XVI. yy.’daki göz kamaştırıcı başarısını; üst düzeydeki denizcilik bilgisine, gemi yapımındaki üstün tekniğine, günümüzde bile hayranlık uyandıran lojistik destek sistemi ve üs zincirine, sahip olduğu mükemmel düzeydeki deniz haritalarına ve en önemlisi tüm bu konuları değerlendirip uygulayabilecek, üstün nitelikte denizciler yetiştirmesine borçludur. Osmanlı Devleti, kadırgaları, barçaları, perendeleri, baştardaları ile usta denizcileri, ünlü haritacıları, gök bilimcileri ve savaş kahramanları ile XVI. yy.’da tarih yazmış ve bu çağa tartışmasız olarak damgasını vurmuştur.

Osmanlı Donanması’na ait gemiler.

Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA

KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
DENİZCİLİK FAKÜLTESİ

DENİZCİLİK KÜLTÜR VE TARİHİ
DERS NOTLARI

 

 

 

 

Yazar Abramak - Doğukan Üzüm

Denizcilik İşletmeleri Yönetimi - Dokuz Eylül Üniversitesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Denizcilik tarihi ve kültürü (Türk denizciliği)

Denizcilik tarihi ve kültürü ( Osmanlı denizcilik tarihi-2)