Selçuklu-Beylikler Dönemi
Türkler, yaşadıkları yerlerin coğrafi şartlarından dolayı karacı milletir ve Anadolu’ya gelinceye kadar da denizcilikle herhangi bir bağlantıları olmamıştır. Orta Asya’nın geniş bozkırlarında başladıkları devlet kurma gelenekleri, karalarda toprak fethine bağlıdır ve ileride de her ne kadar dünya imparatorluğu haline gelse de bu durum değişmeyecektir. Tarihte göreceğimiz gibi Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Devleti’nde denizcilik iç deniz savunması olarak kalacak ve sadece kıyıların korunması amacıyla donanma oluşturulacaktır. Türk devletlerinde açık deniz-okyanus denizciliğinin gelişememesi bu devletlerin siyasi yapısından ve politikasından kaynaklanmaktadır. Çünkü Türk Devletleri hiçbir zaman sömürgeci olmamışlardır. Ancak bu durum Türklerin dünyanın en önemli iç denizleri olan Akdeniz ve
Karadeniz’e sahip olmalarını engellememiş, kısa zamanda dost oldukları denizde, hem askeri hem de bilim alanında birçok başarıya imza atmalarını sağlamıştır.
Anadolu’ya ilk Türk akınlarının başlamasıyla denizle tanışan Selçuklu Türkleri, önceleri deniz ticaretini ve denizciliği halkın bir uğraşısı olarak görmüştür. Ancak Haçlı Seferleri’nin başlamasıyla limanların Anadolu jeopolitiği üzerinde ne kadar etkili olduğu anlaşılınca denizcilik artık devlet politikası haline geldi. Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın İznik’i alarak başkent yapması ile Türklerin Marmara kıyılarına yerleşmeleri bu politikanın işlerlik kazanmasının ilk adımlarıdır. Gemlik’in alınmasıyla tersanenin kurulması aslında İstanbul’un kuşatılması için hazırlıktır. Ayrıca Süleyman şah, Boğaziçi’nin Anadolu sahiline kurduğu ve bugünkü anlamda Gümrük Dairesi karşılığı olan bir teşkilat ile boğazdan gelip geçen gemilerden vergi almaya başlamıştır.
Çok kısa süre içinde Türk boylarının Anadolu’nun Karadeniz ve Ege kıyılarına ulaşmalarıyla denizcilikle faaliyetleri artmış ve Türk donanmasının temelleri atılmıştır. Türkmen beylerinden biri olan ve Bizans’a esir düştüğü sırada İstanbul’da denizciliği öğrenen Çaka Bey, İzmir ve çevresini fethettikten sonra ilk iş olarak 1081’de bir donanma kurmuştur. Bu, tarihteki ilk Türk Donanması’dır ve 1081 yılı Türk Deniz Kuvvetleri’nin kuruluş yılı olarak kabul edilmektedir. Çaka Bey, İstanbul’u dolayısıyla Anadolu’yu almanın en önemli yolunu özellikle Ege kıyılarını ele geçirmek ve Batı’yla deniz bağlantısını kesmek olduğunu keşfetmiştir. Batı deniz gücüyle ilk karşılaşma Çaka Bey’in önderliğinde, 1090’da İzmir Karaburun açıklarında gerçekleşmiş, Bizans Donanması yenilerek geri çekilmiştir. Koyun Adaları Savaşı tarihteki ilk Türk Deniz Zaferi’dir ve bu tarihten sonra Türkler artık denizlerde Batı’ya rakiptir.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri, Avrupa’da Türk ve Müslümanlık karşıtı akımları körüklemiş, bu da Müttefik Haçlı Orduları’nın oluşumunu sağlamıştır. 1096-1291 yılları arasında devam eden Haçlı Seferleri, önce Doğu Roma’nın(Bizans) Batı Roma’yı(Vatikan) Türkler karşısında yardıma çağırmasıyla başlamış olsa da, daha sonra Batı Roma’nın Bizans’ı devreden çıkararak Akdeniz egemenliğini ele geçirme isteği amacıyla yapılmıştır. Seferler hem deniz yoluyla hem de karadan devam etmiş, Müslümanlardan kutsal toprakların(bugünkü İsrail) geri alınması amacıyla Anadolu üzerinden Ortadoğu’ya ulaşılmaya çalışılmıştır. Burada Haçlıları ilk karşılayan güç ise Selçuklular olmuştur. Haçlı Seferleri’nin 1096 yılından başlayarak Anadolu’da yoğunlaştığı dönemde Türkler, büyük baskı altında Anadolu’nun iç kesimlerine çekilmek zorunda kalmıştır ve ayrıca Doğu’dan gelen Moğol istilâlarının da etkisiyle daha çok varlıklarını korumaya çalışmışlardır. Bu gelişmeler, Anadolu Selçuklu Devleti’nin denizlere yönelik faaliyetlerini büyük ölçüde engellemiştir ve denizcilikteki hızlı başlangıç bir süre kesintiye uğramıştır. Denizcilik faaliyetleri Sinop, Antalya ve Alanya’daki inşa-onarım tesisleri ve liman ticareti ile sınırlı kalmıştır. I.Gıyasettin Keyhüsrev, 1207 senesinde Antalya’yı fethederek, Selçuklulara denize açılma yollarını tekrar açmış, oğlu I. İzzettin Keykavus, 1214 yılında Trabzon Rum İmparatorluğu’na ait Sinop deniz üssünü zaptederek Karadeniz’de bir Türk filosunun kurulmasına imkan hazırlamıştır. Alanya Tersânesi, Türklerin kurmuş olduğu ilk organize tersâne olarak kabul edilmektedir. Selçukluların zayıflamasıyla ortaya çıkan Türk Beylikleri’nden özellikle Ege ve Karadeniz kıyılarında yerleşenler denizcilikle uğraşmış, ileride kendilerini tek bayrak altında toplayacak olan Osmanlı Devleti donanmasının da temelini oluşturmuşlardır. Bunlardan Aydınoğulları’ndan Umur Bey Ege’de yeniden Türk gücünü hissettirmiş, Karesioğulları Edincik’te bir tersane kurarak Bizans’ı tehdit etmiş, Tekeoğulları Kıbrıs ve Rodos’a asker çıkarmış, Candaroğulları Amasra ve Sinop limanları yoluyla Karadeniz ticaretinde söz sahibi olmuşlardır.
Osmanlı Dönemi
Selçuklulara bağlı bir uç beyliği olarak kurulan Osmanlı Devleti, diğer Anadolu beylikleri arasında coğrafi konumunu en iyi şekilde kullanarak diğer beylikleri kendi yönetimi altında birleştirdi. Hem Anadolu’nun batı sınırında bulunması nedeniyle doğudan gelen Moğol baskısından bir nebze korunmuş, hem de Haçlı Seferleri sonunda zayıflayan Bizans’ın durumundan faydalanarak akılcı politikalarla topraklarını ve yönetim gücünü genişletmiştir. Her ne kadar kurulduğunda bir kara devleti izlenimi verse de, Osmanlı, aslında önce boğazlar ve Ege kıyılarına yönelmiş, Anadolu’nun iç kesimlerini topraklarına katma işini ise sonraya bırakmıştır. Buradaki akılcı politika Batı’ya karşı bir engel olan Bizans’ı ortadan kaldırmaya, sonrasında ise zaten Türkleşmiş olan Doğu’da birliği sağlamaya yöneliktir. İşte Osmanlı’nın deniz gücünün gelişmesindeki ana neden de budur: Denizci Batı’yla kendi oyun kuralları içinde oynamak.
Osmanlı Devleti’nin ilk donanması diğer beyliklerin birliklerinden oluşan, Boğazlar ve Marmara’yı korumaya yönelik bir güçtür. Henüz açık denizlerde Ceneviz ve Venedikli büyük donanmalarla savaşacak nitelikte değil, akıncı güçlerdir. İzmit’in ve Çanakkale’nin alınmasıyla Karamürsel ve Gelibolu tersanelerinin inşası sonucunda Osmanlı’nın gerçek anlamda ilk donanmayı oluşturması gerçekleşti.
Osmanlı Donanmasının askeri güç haline gelişi ise dehası ve denize özel ilgisi neticesinde Fatih Sultan Mehmet dönemindedir. İstanbul’un alınması sırasında gösterdiği askeri deha ve sonrasında özellikle coğrafya-denizcilikle ilgili eser ve bilim adamlarını başkentte toplaması Osmanlı’ya dünya hâkimiyetini getirmiştir. İstanbul’un Türkler tarafından fethi Doğu-Batı ilişkilerinde Doğu’nun lehine yeni bir düzen oluşturmuştur. Osmanlı Devleti Bizans’ın da mirasını devralarak siyasi-askeri-ekonomik ve bilimsel olarak imparatorluk olmuştur. Bu tarih itibariyle geçmişte daima Doğu ve Batı’nın karşılaştığı, iç içe girdiği merkez olarak yer alan İstanbul, yeni dünya düzeninin de başkenti olacak ve tüm zamanlarda koşullar değişse bile bu konumunu koruyacaktır. İstanbul’un düşüşü batı dünyasının geleceğini de değiştirmiştir. Tüm ekonomik ve dolayısıyla var olma gücünü kaybeden Batı yeni çareler bulmak için yollara düşmüştür. Coğrafi keşifler birkaç maceraperestin hayallerinden çok, aslında Anadolu’nun kaybedilmesiyle başlayan bir çare arayışıdır.
İstanbul’u başkent yaparak tüm Anadolu’nun dolayısıyla dünya ticaretinin liderliğini ele alan Osmanlılar, imparatorluk olmanın verdiği güvenle Ege ve Akdeniz’de ilerlemeye başlamıştır. Balkanların fethiyle devam eden genişleme, Yavuz Sultan Selim döneminde doğuya yönelmiş, Mısır ve Arabistan’ın alınmasıyla tamamlanmıştır. Artık dünya ticaretinin tüm ana limanları Akdeniz’de ve Hint kıyılarında Osmanlılar’ın elindedir. Bu politikasıyla hem İslamiyet’in resmi önderliğine, hem de en büyük ticaret yolları olan İpek ve Baharat Yolları’na sahip olmuştur. Osmanlı yeni gelir alanını korumak için sadece kara güçlerinin yeterli olmayacağını fark ederek deniz gücünü arttırmaya yönelik bir politika izlemeye başlamıştır. Burada Balkanlar’ın ve Toroslar’ın alınmasıyla elde edilen orman ürünlerinin açık deniz gücü oluşturulmasında kullanılması ve Ege’li denizci reislerin Osmanlı tebaasına katılarak deneyimlerini aktarmaları etkili olmuştur. Artık Akdeniz’de Osmanlı Kaptan-ı Deryaları dönemi başlamıştır. Osmanlı deniz gücü, bir yandan Piri Reis, Ali Macar Reis, Seydi Ali Reis, Menemenli Mehmet Reis gibi denizci-haritacıların eserleriyle bilimsel olarak desteklenirken, bir yandan da gerçek birer deniz komutanları olan Saruca, Kemal, Turgut, Aydın, Barbaros, Oruç, İlyas, Murat, Selman, Kılıç Ali Reisler gibi kaptan paşalarla yükselmektedir. Bunlardan Saruca Paşa Gelibolu deniz üssünün 1401’de tamamlanmasıyla ilk Kaptan-ı Derya olmuştur. Denizciliğe verilen bu önem, Akdeniz ve Kızıldeniz’de Batı’nın deniz gücü Ceneviz ve Venediklilere karşı üstün başarıları ve iç denizlerde odak noktaları olan adalara sahip olmayı getirmiştir. Burada önemli bir ayrıntı ise, kaptan paşaların öne sürüldüğü gibi Akdeniz’de kendi başlarına buyruk deniz eşkıyası(İng. Pirate) olmadıkları, tam tersine Osmanlı Devleti’ne bağlı birer beylerbeyi(kaptanpaşa beylerbeyliği) ve divan-ı hümayun üyesi olmasıdır. Osmanlı Donanması bu dönemde bahriye, bey gemileri ve Müslüman korsanlar(İng. Corsair) olmak üzere 3 bölümden oluşmaktadır. 1856 Paris Konferansı’na kadar bir devlete bağlı olarak çalışan korsanlar(corsair) uluslararası hukukta uygun olarak kabul edilmiştir.
Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
DENİZCİLİK FAKÜLTESİ
DENİZCİLİK KÜLTÜR VE TARİHİ
DERS NOTLARI