Yeni Çağ ve Yakın Çağ’da Denizcilik Faaliyetleri
Roma’nın denizlerdeki etkisinin azalmasıyla birlikte Akdeniz ticaret trafiği, doğuda güçlenmekte olan Türkler ile batıda Roma’nın eski müttefikleri, Ceneviz ve Venedikliler arasındaki anlaşmalar sayesinde yürütülmeye başladı. Akdeniz’in doğu ucunda Osmanlı Türkleri, 15. Yy. başlarında Bizans imparatorluğunun başkenti Konstantinopolis’in fethiyle yükselişe geçti. Aslında Haçlı Seferleri sırasında Selçuklu Türkleriyle başlayan genişleme 16.yy.da Suriye, Mısır, Arabistan, K.Afrika ve Balkanların alınmasıyla Türkleri Akdeniz’in doğal olarak deniz ticaretinin de öncü gücü haline getirdi. Fas’tan D.Akdeniz ve Levant (Yakın Doğu Ülkeleri),Balkanlara ve Karadeniz’e uzanan Türk gücü, 15. ve 16. Yy.da Hıristiyan Avrupa’yı etkin bir biçimde sınırlıyor ve Hindistan ile Batı arasındaki eski ticaret yolları tamamen Osmanlıların kontrolüne geçmesi onun Afrika ve Asya’nın yakın alanlarına doğru genişlemesinin doğal yollarını kesiyordu. Bu nedenle bu sınırlama Avrupa’nın öncelikle yakın sınırlarının ötesine çarpıcı bir sıçrama yapmasını zorunlu hale getirdi. Bununla birlikte, Avrupa’daki yalıtılmışlık, dini düşmanlıklar ve periyodik savaşlara rağmen, Hıristiyan Avrupa, İslam dünyasından Haçlı Seferleri sırasında çok şey öğrendi. Yunan bilim ve felsefesinin eserleri, pusula ve dümenden yararlanma, Kuzey Yıldızı’nın yüksekliğine bakarak enlemi hesaplama, kâğıt ve barut bu dönemde öğrenilmişti. İlk zamanlarda top silahının henüz bulunmamasından ötürü karalardan gemileri etkilemek olanaksız olduğu için denizlerdeki mücadeleler büyük değer taşır hale geldi. Bu mücadelelerin ana hedefleri de deniz yollarına saldırı, haydutluk ve kürekçi esir toplamak amacıyla kıyılara baskın şeklinde oluşuyordu. Yine bu dönemde sıklaşan uzun mesafeli seyahatler ve keşifler dünya okyanuslarının tek bir denizcilik sistemine bağlanması ve bu denizlerde sağlanan egemenliğin, Avrupa’nın her kıtaya etkisinin yayılımına temel oluşturmuştur.
⦁ yy.’ın Avrupa’sı, değerli maden sıkıntısı içindeydi. Nakit, monarşiler ve gelişmekte olan Batı ekonomisi için yetersizdi. Ayrıca Avrupa’nın kendi iç ekonomisini sağlamak ve Doğuyla ticaretinde kullanmak üzere altına ihtiyacı vardı. Avrupalılar, Orta Avrupa’daki madenlerin işletilmesini arttırdılarsa da, gümüş ve altın ihtiyacını gideremediler. Avrupa ekonomisinin temelinde yatan canlılık ve onu daha fazla ticaret ve yeni kaynaklar ile beslemek için girişilen arayışlar, 15.ve 16. Yy. Avrupa yayılımcılığının arkasındaki temel itici gücü yarattı. Bununla birlikte, bu hareketi yaratan oluşumlar, salt ekonomik olmayan dini faktörler tarafından da biçimlendiriliyordu.
Kısmen 15. ve 16. Yy. ulusal kimliklerin ve sınırların çok belirsiz olması yüzünden Avrupalı kâşifler, bilginler, tüccarlar gibi askerler ve denizciler de görece özgür bir şekilde bir ülkenin hizmetinden başka bir ülkenin hizmetine geçebiliyorlardı. Bu hareketlilik, yeni bulunan matbaayla birlikte, ilk keşif seyahatleri hakkındaki bilgilerin Avrupa’nın her tarafına yayılmasında önemli bir rol oynadı. Bu nedenle, maceracılar ve idealist kimseler, kendi ülkelerinde ya da kabul eden başka bir ülkede destek almaya başladılar. Öte yandan seyahatlerin başlangıç döneminde, devlet ya da kraliyet desteği zorunluydu. Büyük seferler için gemiler sağlamanın ve donatmanın maliyeti ve riskleri, tek başına çalışan bir tüccarın ya da maceracının gücünü aşıyordu. Ayrıca denizcilerin, limanlarını ve gemilerini kullanmak, gemicilerini istihdam etmek, yeni keşfedilen kara parçalarıyla ilgili haklarını garanti altına almak ve öteki güçlerin tecavüzlerine karşı toprak ve ticaret ile ilgili taleplerini koruyabilmek için bir devletin siyasi otoritesine de ihtiyaçları vardı. Portekiz, İspanya ve İngiltere’nin himayeci tutumlarına karşılık, İtalyanlar da, özellikle harita yapımında ve Akdeniz’de kazandıkları belirli denizcilik teknikleri konusundaki fikirlerini ve ustalıklarını Batı Avrupa’nın hizmetine sundular.
Vasco da Gama’nın Portekiz Kralı adına Ümit Burnu’ndan dönerek Afrika’nın doğu kıyılarına ulaşması ve Christopher Columbus’un İspanyol Sancağı altında Amerika kıyılarına çıkması ve ardından Amerigo Vespucci’nin yeni kıtayı tanımlaması ve Ferdinand Magellan’ın Pasifik Okyanusu’na gemi ile ulaşması keşiflerin dönüm noktaları olmuştur. Artık Avrupa’nın elinde Afrika ve Amerika’nın hammaddesi ve insan gücü vardı, bu da Avrupa’nın sömürgelerinin omuzlarında yükselmesini ve hızla zenginleşmesini sağlayacaktı. Keşifler’i, Portekizliler ve İspanyollar başlattılar; İngilizler, Hollandalılar ve Fransızlar devam ettirdi. Avrupa’nın coğrafi bilgisinin büyümesini, Avrupa ticaretinin ve deniz kontrolünün hızla genişlemesi izledi. 1600’e kadar Portekiz, Brezilya ve Batı Afrika’dan Çin Denizi’ne uzanan bir deniz imparatorluğu kurmuştu. İspanya’nın Amerikan imparatorluğu, Meksika’dan Şili’ye kadar uzanıyordu ve öteki Avrupalılar (Hollandalılar, İngilizler ve Fransızlar), îberyalıların bu ticari zenginliğine ve egemenliğine ortak olmak çabasındaydılar.
⦁ Yeniçağın başlarında, 1500’lerde dünyayı hakimiyeti altına alan Avrupa, rakibi olan Asya toplumlarından daha ileri bir endüstriyel kapasite ve yeteneğe kavuştu.
⦁ Amerika’ya yerleşen İspanyollar yerli halkın kıyımına yol açtılar. 16.yy. başında 25 milyonu bulan yerli halk 16. Yy’ın sonunda birkaç milyona düştü. Bunun üzerine işgücü açığını kapatabilmek için İspanyollar, Afrikalı köleleri Amerika’ya taşımaya başladılar ve böylece kölelik sistemi başladı.
⦁ Avrupa’ya taşınan kıymetli madenler mal ve hizmetlere talep yarattı. (Yenidünyadan yapılan ithalatın %95’i altın ve gümüştü. Amerikan altın ve gümüşünün akışı İspanyayı Avrupa’nın en zengin ve güçlü ülkesi haline getirdi) Bir çarpan etkisiyle büyüyen talep, üretimdeki artış ile karşılandı. Ancak tarım sektöründe yeterli olmadığı için fiyatlarda hızlı bir yükselme başladı. Bu nedenle 1500–1620 yılları arası “Fiyat İhtilali Çağı” olarak adlandırılır. Bu yıllar arasında çeşitli Avrupa ülkelerinde fiyatlar genel seviyesi %300–400 dolaylarında artış gösterdi.
⦁ Ekonomi giderek daha çok paraya dayalı hale geldi. Fiyatlar yükselirken ücretler ve rantlar düşük kaldığı için sermaye birikiminin önemli bir kaynağı oldu, burjuvazi ve kapitalizm ortaya çıktı. Ayrıca faizlerin düşmesi uluslararası ticaretin gelişmesine zemin hazırladı. Banknot kullanımı arttı. 17. Yy.’ın sonlarına doğru bankacılık Hollanda ve İngiltere’de gelişti.
⦁ Fransa, İngiltere ve Hollanda kolonileri çok az altın ve gümüş ürettiğinden, onlar için kıymetli maden elde etmenin tek yolu ticaretti. Tahıl ve diğer yiyeceklerin ihracını yasaklarken, mamul malların ihracatını teşvik ettiler. İç üretimi korumak için yabancı mallara yüksek gümrük vergileri uyguladılar. Ticari deniz filolarına, sömürgelerine büyük önem verdiler.
⦁ İngiltere tarafından 18. Yy’da Hindistan’ın istilasına kadar ticaret dengesi hep Avrupa’nın aleyhineydi. Anonim şirketlerin kuruluşu ile çok sayıda kişinin tasarrufları ile deniz aşırı ticaret desteklenir duruma gelmişti (Doğu Hindistan Şirketi). Bu şirketler yeri gelince idari ve askeri görevlerde üstlenmişlerdir.
⦁ Amerika’nın keşfiyle zenginleşen İspanya, zamanla sanayi ve ticari faaliyetlerden koptu. Arapların ve Yahudilerin daha önce kovulmuş olması, ülkenin sanatkar ve tüccar sınıfını büyük ölçüde azaltmıştı. İhtisaslaşmış işgücünün azlığı, esnaf üzerindeki vergi baskısı ve devletin isabetsiz politikaları yüzünden ekonomideki genişleme durdu, fiyatlar yükseldi, ekonomideki talebin büyük kısmı yabancı mal ve hizmetlere kaydı. Amerikan zenginlikleri sonuçta İngiltere, Hollanda gibi diğer Avrupa ülkelerine aktı.
⦁ İspanyol, Alman (1618’deki 30 yıl savaşları sebebiyle) ve Türk pazarlarındaki göreli daralma İtalya’nın ekonomisini de olumsuz etkiledi. İtalyan mallarının yerini Fransız, İngiliz ve Hollanda malları almaya başladı. Bunun temel nedeni bu mal ve hizmetlerin düşük fiyatlarla arz edilmesiydi.
⦁ Hollanda 17. Yy.da gemicilik ve ticarette Avrupa’nın en önde gelen ülkesiydi. Ticari deniz filosu hem sayı olarak hem de kalite olarak diğer Avrupa filolarından mukayese edilemeyecek şekilde iyiydi. Ayrıca 16. Yy.da Hollanda modern tarıma geçen ilk bölge oldu. Yarı mamul maddeleri mamul hale getirmek (İthal edilen tütünün kesip paketlenmesi vs), yel değirmenlerinden faydalanıp enerji ihtiyacını gidermek (Üretim maliyetlerinden kısıp emekten tasarruf sağlamak) gibi yöntemlerle uluslar arası ticarette söz sahibi oldu. Hollandalılar herhangi bir şekilde maliyeti düşüremediklerinde malın kalitesini düşürüyorlardı. Kitle üretimine yöneldiler, satış miktarını arttırarak karlarını maksimize etmeye çalıştılar. Hollanda uzun bir süre Avrupa’da fert başına gelir düzeyi en yüksek ülke olma özelliğini de korudu.
⦁ Avrupa ülkelerinde ortaçağa damgasını vurmuş olan feodalite siyasi bir sistem olmaktan çıktı ve Avrupa’da milli monarşilerin, kralların gücü artarken İngiltere’de ki gelişmeler 1688’de parlamento kontrolünde anayasal bir monarşinin doğmasıyla sonuçlandı. Parlamento dış ekonomik ilişkilerde sıkı bir milliyetçilik politikası izlerken, İngiliz müteşebbisleri dünyada benzeri bulunmayan bir serbestlikten yararlandılar. İngiltere giderek Hollanda’yı geride bıraktı, dünyanın en hızlı ve etkin gelişen ekonomisi haline geldi. İngiltere ile Hollanda arasındaki sömürgecilik yarışının yeni bir boyuta ulaşmasına neden olan Denizcilik Kanunu(“Navigation Acts”), çıkartıldı. Bu kanuna göre, Avrupa menşeli olmayan mallar İngiltere’ye sadece İngiliz bandıralı gemiler tarafından sokulabilecekti.
⦁ Akdeniz limanlarının önemini kaybetmesi ile Avrupa’nın Atlas okyanusu limanları, Hindistan, Amerika’nın Doğu limanları önem kazanmaya başladı. Bu dönemde en önemli limanlar Lizbon, Anvers,
Bordoaux, Le Havre, Londra, Liverpool, Amsterdam, Rotterdam, Bombay, Calcutta, Madras, Porto Seguro, Mombasa, New Amsterdam(New York City), San Juan
⦁ yy itibariyle 250 yıl süren dünyadaki İngiliz Deniz hâkimiyeti süresince, İngiltere’nin düşmanları deniz üzerinde çok zayıftı ve ancak kıta üzerindeki hedefler peşinde koşabiliyorlardı. Bu, İngiltere’ye dünya deniz yollarının kontrolü imkânı verdi. Dünyanın belli başlı deniz yolları aynı zamanda Britanya İmparatorluğu’nun iç bağlantı hatlarıdır ve Dover, Cebelitarık, Süveyş Kanalı, Ümit Burnu, Singapur gibi önemli suyolları veya bu yolları denetleyebilen stratejik noktaların hemen hepsi Britanya İmparatorluğu’nun elinde bulunmaktaydı. 18.yy’a gelindiğinde dünya ticareti pamuk, şeker ve tütüne dayanıyor, dünya üretiminin %60-70’ini oluşturan 3,5 milyon balya pamuğun %90’ı İngiltere’ye geliyordu ve İngiltere buharlı makinelerin keşfiyle sanayi devrimini başlatıyordu. Sanayileşme ve Fransız Devrimiyle gelişen Avrupa her ne kadar dünya ticaretinin merkezi konumunda olsa da 19.yy başlarına doğru sömürgelerde ayrılık hareketlerinin başlamasıyla yavaş yavaş hammadde kaynaklarını kaybetmeye başladı. Bunlardan Amerika Birleşik Devletleri birliğini sağlayabilmiş, kıtanın zengin kaynakları sayesinde hızlı bir kalkınma yaşamaya başlamıştır. Denizcilik gücünün önemini kavramış olarak, sadece yarım yüzyıl sonra dünya üzerinde sözü geçen bir aktör olarak belirecektir. ABD, gerek Atlantik Okyanusunu gerekse Pasifik Okyanusunu kontrol ve güvence altına almasını sağlayabilecek anlaşmalarla diğer devletleri etkisiz hale getirmeyi bilmiş ve bütün süreç boyunca deniz hâkimiyetini devam ettirmiştir.
19. yy. başlarından itibaren iyice yaygınlaşmaya başlayan buharlı gemilerle birlikte denizcilikte uluslar arası rotalarda ve işletme niteliğinde değişiklik yaşandı. Nitekim gemilerin kömürle işlemesi, seyir menzili sorununu ortaya koydu, bu da üslere olan ihtiyacı artırdı. Böylece deniz gücü, korsanlık gibi bireysel girişimlerin imkanları dışına çıktı, korsanlık artık tarihe karışıyordu. 19. yy.dan 20. yy.a geçiş dönemi, artık günümüz dünyasının aktörlerinin belirginleştiği dönemdir. Avrupa’nın, Ortadoğu, Hindistan ve Uzak Doğu’ya yönelmesinin ardından, Afrika’nın işgücü ve hammadde kaynağı olarak kullanılmaya başlanması, eş zamanlı olarak Yeni Dünya’nın keşfi ve Amerika’nın sanayisiyle gelişmesi, Rusya’nın Kuzey ve Orta Asya’yı topraklarına katarak büyümesi ve Japonya’nın denizlerde önce Çin’i sonra Rusya’yı yenerek yarıştaki mevcudiyetini teknolojisiyle perçinlemesi yakın çağı şekillendirecek ülkeleri öne çıkarmıştır.
Günümüzde, kıtasal güçlerin yalnız kendi coğrafyalarındaki kaynaklar ve kara ilişkisi bulunan ülkelerdeki güç kaynakları ve pazarlarla yetinebilmeleri imkânsızdır, zira kıtasal güç merkezlerinin azami egemenlik sınırı daima kıtaları birbirinden ayıran kıyılarda son bulur, bu nedenle denizaşırı hareketler önemlerini büyük ölçüde arttırmış bulunmaktadır.
Doç. Dr. Yasemin NEMLİOĞLU KOCA
KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ
DENİZCİLİK FAKÜLTESİ
DENİZCİLİK KÜLTÜR VE TARİHİ
DERS NOTLARI